Uzun Süreli Savaş Tespitinin Özü Nedir?
Peki bu uzun yazıda Mao'nun bize öğrettiği temel gerçekler nelerdir? Önce bunları görelim ve sonra tespitin özüne dönelim.
1) Devrimin merkezi görevi ve en yüksek biçimi, iktidarın silahla ele geçirilmesi gerçeğinde ifadesini bulur. Bu evrensel bir gerçekliktir.
2) Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkeler burjuva demokrasisine sahip olmadığından buralarda merkezi görev uzun bir legal mücadele ve en sonunda silahlı mücadeleye başlama değildir. Silahlı mücadele en kısa sürede başlatılır.
3) Emperyalist-kapitalist ülkelerde silahlı mücadele uzun bir hazırlık dönemi gerektirir, bu dönemde,güç toplama, parlamentodan yararlanma,sendikal faaliyet, demokratik kitle örgütlerinde çalışma söz konusudur. Ve tüm bu faaliyetler en son düzenlenecek olan bir genel ayaklanma için hazırlıktır. Bu hazırlık döneminde barışçıl -silahlı olmayan- mücadele ve örgüt biçimleri esas alınır.
4) Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde baş mücadele biçimi silahlı mücadele, baş örgüt biçimi ordudur. Diğer mücadele biçimleri bu baş mücadele biçimini besleyen geliştiren özellikler taşır.
5) Bu gerçekler, Ekim Devrimi ve Çin Devrimi tarafından doğrulanmıştır. Ekim Devriminin doğruladığı Genel Ayaklanma yoludur. Çin Devriminin doğruladığı ise Uzun Süreli Savaş yoludur.
Mao'nun saptadığı beş temel gerçek bunlardır. Peki, Marksizmin ulaştığı bugünkü düzey açısından bu gerçeklerin tamamı objektif gerçek olma özelliğinde midir? Bize göre birinci saptama evrensel olarak doğrudur. Ancak diğer dört saptama için farklı tarzda düşünmek, farklı tarzda yorumlamak ve bize bilgiyi veren gerçek olguyu doğru belirlemek gerekmektedir.
Devam edelim.
Maoizmin dogmatik savunucuları için her satır belirleme harfiyen, her satır yorum öylece her satır saptama o hali ne ise bugün de öylece benimsenmeli öylece kabul edilmelidir. Oysa gerçek öğrenme, gerçek kavrama, gerçek savunma yolu bu değildir. Mantık, fikri fikir yapan olguya yönelmeli, mantık ilkeyi ilke yapan döneme yönelmeli. Olguyu ve dönemi mantıklı olarak araştırmalı, incelemeli, anlamaya çalışmalı, farklılıkları, benzerlikleri görmeli, farklı ve benzer olanı farklı ve benzer yapan nedeni, niçini bulmalı, neyin nasıl olduğunu anlamaya çalışmalı, bilgiyi olguya vurmalı, ölçmeli, olguyu da döneme oturtmalı, dönemi bugüne taşırken dikkatli olmalı, dönemi dönem yapan koşulları bilerek bugüne taşımalı mantık ve zeka birleşmeli, sezgi her ikisi arasında ayın gökyüzünde kayışı gibi kaymalı, yüksek kavrayış gücü son sınırlarını zorlamalı, beyin görebildiği en uzak noktaya kadar ilerlemeli, ilerlemeli ki daha da ilerisini görebilsin. Bilinen kuşku havuzuna sokulmalı oradan çıkışına bakılmalı, çıkış ıslak mıdır, kuru mudur, görülmeli. Bellek devreye girmeli, devredeki bellek muhakemenin labirentlerinde gezmeli, muhakeme kıyaslamayla yetinmemeli, ipuçlarına yönelmeli, püf noktalarını bulmalı. Dikkat, dikkat adını hak etmeli. Dikkat, dikkat ettiğini belleğe nakletmeli, bellek muhakemenin hizmetine girmeli.
İşte öğrenmekten anladığımız budur.
Devam edelim.
Maoizmi, devletin sol bacağı rolünü ustalıkla oynayarak savunan uluslarası siyaset sahtekarı Perinçek'e gelince, 1960'ların sonlarından itibaren şartlar öyle gerektirdiği için Uzun Süreli Savaşı savunmuş, 1970'lerin ortalarından itibaren adım adım sözde savunduğu Uzun Süreli Savaş Stratejisi'nin adını bile anmaz olmuş, 1978 sonrasında ise bunu tamamen unutulması gereken birkonu olarak görmüş, günümüzde ise (günümüzde derken kastedilen 1993-1995 yılları arasıdır. Ve okuduğunuz yazı o tarihlerde yazılmıştır.) inceden inceye Genel Ayaklanma'dan söz etmeye başlamıştır. Onun sınıf karakteri sadece Uzun Süreli Savaş Stratejisi'ne karşı oluşta ifadesini bulmaz, o aynı zamanda devlete yönelen her türlü silahın amansız düşmanıdır. 1971 devrimci dönemine derin bir kin duymasının nedeni budur. Çünkü o dönem Türkiye devrim tarihinin silahlı mücadeleyi tarihe kazıdığı bir dönem; 1920-1970 arasının ezilmiş sessizliğini vınlayan mermilerle yırtan bir dönemdir. Onun Mahir Çayan düşmanlığının , Kaypakkaya'nın adını anmama tavrının nedeni onların silahı siyaset sahnesine pratikte sokması nedeniyledir.
Devam edelim.
Ortayolculuk, Uzun Süreli Savaş Stratejisi Üzerine eğilmiş midir? Hayır. Onların anlayışı Uzun Süreli Savaş değil Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'dir. Bunu ileride yayınlayacağımız Mahir Çayan'ın Görüşlerinin Eleştirisi başlıklı yazımızda ele aldık.
Son sınıflamada ise Uluslararası Komünist Harekete bu konuda katkıda bulunan Peru Komünist Partisi önderi Gonzalo gibi düşünenler yer almaktadır. Bu düşünceye göre Uzun Süreli Savaş Stratejisi emperyalist ülke, yarı-sömürge ülke ayrımına tabi tutulmadan, bütün dünya ülkelerinde geçerli olan uygulanabilir olan evrensel bir stratejidir. Gonzalo şöyle demektedir: "Halk Savaşı devrimin niteliğine göre evrensel uygulanabilirliğe sahiptir ve her ülkenin şartlarına uygulanabilir." (El Diario Gazetesi, Temmuz 1988. Başkan Gonzalo Konuşuyor, Belge Yayınları, Birinci Baskı 1993, s.29)
Mao Tse-toung'un yarı-sömürgelere Uzun Süreli Savaşı, kapitalist-emperyalist ülkelere ise Genel Ayaklanma yolunu uygun görmesi bu ülkelerin iktisadi, siyasi yapısından dolayıdır.Ancak iktidarı ele geçirme yolunun bu nedene (iktisadi-siyasi yapı) dayandırılması devrimin yolunun gerekçesinin esaslı bir açıklaması olabilir mi?
Gerek Birinci gerekse İkinci Dünya Savaşı dönemi devrimlerinin -Ekim Devrimi ve Doğu Avrupa Devrimleri- hangi temel koşul nedeniyle gerçekleştiğini açıklamıştık. Bu temel koşul emperyalist savaş koşuluydu. Ve bu emperyalist savaş koşulu, emperyalist savaşa katılan bütün ülkelerde de devrime yol açmıyordu. Dikkat edilirse emperyalist savaş hangi ülkenin iktisadi siyasi yapısını derinden sarsıyorsa devrim oralarda oluyordu. Emperyalist savaş, farklı güçteki emperyalistleri ve yarı-sömürgeleri farklı biçimde etkiliyordu. Birinci Dünya Savaşı koşulları Rusya'da devrimci durum yarattığı halde aynı savaşa katılan İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya'da devrimci durum yaratmıyordu.
Mao Tse-toung emperyalist savaş koşulunu temel kabul etmediğinden yanılgıya düşüyordu. Ancak "Savaş devrime yol açar" tezi 1970 sonrasının tezidir. Ve bizim Mao Tse-toung'tan öğrendiğimiz budur. Bu tez üzerine ciddi ve sağlıklı eğilme nedenidir emperyalist savaş koşuluna vurgu yapmamız ve bu tez nedeniyledir devrimin yolunun gerekçelerinin yeniden saptanması gerektiği konusundaki ısrarımız.
Demo-Demokrasi Dönemi
Öncelikle, kapitalist-emper yalist
ülkelerde Uzun Süreli Savaş yolunun izlenmemesi gerektiği konusundaki
gerekçeleri ele alalım. Buralarda burjuva demokrasisinin egemen olduğu,
parlamentonun varlığı ve ondan yararlanılabileceği, sendikaların varlığı
ve oralarda örgütlenilerek işçilerin eğitilebileceği, iktisadi ve siyasi
grevler düzenlenebileceği ileri sürülmektedir. Tüm bunlar yapılabilir ve
yapılabilen şeylerdir ancak bunlar reformist bir gelişme
yaratabilir, devrimci bir gelişme değil. Sonra tüm bunlar Genel Ayaklanma
için yapılan uzun bir hazırlık döneminin faaliyetleri olarak
tasarlanmaktadır. Kapitalis t-emperyalist
ülkelerin güçlü iktisadi yapısı ve yerine oturmuş siyasi yapısı
nedeniyle oralarda bir devrimci durumun ortaya çıkmasını imkansız hale
getirmektedir. İmkansız hale gelen devrimci durum dolayısıyla Genel
Ayaklanmayı da imkansız kılmaktadır.
Emperyalist ülkelerde burjuva demokrasisinin varolduğu gerçeği yansıtmaz. Burjuva demokrasileri feodalizmin tasfiye edildiği veya tasfiye edilmekte olduğu, kapitalizmin henüz çürüyen, asalak bir karakter taşımadığı, tarih sahnesinde çocukluk ve gençlik dönemlerini yaşadığı bir zaman kesitinde söz konusudur. Bu zaman kesiti serbest rekabetçi kapitalizm dönemidir. Oysa emperyalizm, tekelci kapitalizm finans kapital, mali oligarşi çağında kapitalizm çürüyen, asalak ve can çekişen bir süreçtir. Bu esas olarak 1890'lardan itibaren böyledir. Bu emperyalist kapitalizm bu özelliklerini öyle belirgin olarak yaşamaya başlamıştır ki, kendi kurum ve kuruluşlarını bu özelliklerle haşır neşir ettiği gibi bu özellikler diğer sınıf ve tabakaları da derinden etkilemiştir. Bu kapitalizm parlamentoyu çürütmüştür. İnsanlararası ilişkileri insani özünden sıyırtarak çürütmüştür. İdeoloji olarak en faşist karakteri çağa sokarak burjuva ideolojisinin en çürümüş karakteristiğini sunmuştur. Kendi kahramanları olan Danton, Robespierre, Marat sahip çıkılmayan müzezade haline gelmiştir. Irkçılık en şaaşalı dönemini yaşamıştır. Irkın ırk olarak çürümesini sağlamıştır. Ulus, devlet, to prak
gibi kavramları çürütmüştür. Ulusal benlikleri çürütmüştür. Ulusal
devletleri çürütmüş, emperyalist zincirin halkası haline getirmiş,
devlet en işbirlikçi karakterde tarih sahnesine çıkmıştır. Toprak
kavramını çürütmüş, toprak insanca yaşanan kara parçası olmaktan
çıkarılmış, hammadde kaynağı, sermaye ihraç alanı, nüfuz alanı haline
gelmiştir.
Asalaklığını tüm boyutlarıyla sürece sokmuş, merkez üssünde oturduğu yerden kurduğu geniş sömürü ağı sayesinde sermayesine sermaye, egemenlik katmıştır. Sendikaları işçi sınıfının mücadele aracı olmaktan çıkarmış işçi sınıfını sülük gibi emen asalak sendika ağalığını yaratmıştır. IMF gibi kuruluşlarıyla bire beş, beşe on kazanan tefeci asalak haline gelmiştir. Proletaryanın içinde kaymak tabaka olan işçi aristokrasisini yaratarak, işçi işçinin kanını emen asalak haline getirilmiştir. Ticareti de dev boyutlara ulaştırarak bir telefonla bir faks ile milyarlarla trilyonlarla oynayan bir ticaret burjuvazisi peydahlamıştır.
Can çekişen bir karakter kazanmıştır. Can çekişmektedir, çünkü gençlik ve olgunluk dönemini bitirmiştir. Artık yaşlanmaktadır, yaşayabilec eği
başka aşama kalmamıştır. Yaşadığı aşama onun en son aşamasıdır. Can
çekişmektedir, çünkü yaşamını uzatma telaşındadır; bu telaş onu kudurgan
bir saldırgan haline getirmektedir. Paylaşılmış dünyayı yeniden
paylaşmadan duramamaktadır, can çekiştiğinden yeni pazarlara ihtiyaç
duymaktadır. Çünkü yeni pazarlar onun can çekişen haline birer serum
olmaktadır. Can çekişmektedir, çünkü kendisine can çekiştiren üç büyük
akım yaratmıştır. Ülkelerin bağımsızlık, ulusların kurtuluş, halkların
devrim isteği. Can çekişmektedir, çünkü,denize
düşen yılana sarılır misali kendinim kurtarmak için her türlü pisliğe
sarılmakta tereddüt etmemektedir. Can çekişmektedir, çünkü, ezenle rin
temel ilkesi olan "dostlukların çıkarlara göre belirlenme" ilkesini en
tepeden, en son noktadan, en hayasızca, en pervasızca en rezilce yaşamının
temel ilkesi olarak benimsemiştir.
Onun çağımızdaki üç temel özelliğidir bunlar.
Lenin'in de belirttiği üzere tekel demokrasiye değil,siyasi gericiliğe tekabül eder. Tekelci kapitalizm burjuva demokrasisini çöplüğe atmıştır. Çünkü artık onun burjuva demokrasisine ihtiyacı yoktur. Feodalizme karşı iktidar olma hırsıyla yanıp tutuştuğu dönemde elbette bu onun için vazgeçilmez bir ihtiyaçtı. Hem kendi sınıfının gelişebilmesi, hem de geniş halk kitlelerini kendi safında feodallere karşı örgütleyebilmesi için buna ihtiyacı vardı. Oysa artık böyle bir sorunu olmadığından demokrasi onun için bir lükstür. Parlamentosunun varlığı ise ona gençlik döneminin bir mirası olduğu gibi onun demokratik görünmek için başvurduğu bir araçtır. Aslı zatında ülkeyi yöneten mevcut parlamento değil mevcut tekellerdir. Mevcut tekellerin emrindeki ordu komutanlıklarıdır, mevcut tekellerin emrindeki en gelişmiş istihbarat örgütleridir. Parlamento feodal yönetimin alternatifi olmaktan çıkmış, devrimci adaletin, devrimci demokrasinin bastırılması için bir alet bir araç haline gelmiştir. Proletaryanın sendika ve demokratik kitle örgütleri gibi haklarına gelince bunlar düzenin yaralarını sarmaya, gediklerini kapamaya yönelik yapılar olarak vardırlar. Bunlar demokrasinin araçları değil anti-demokratik otoriteyi demokratik gibi göstermeye yarayan araçlardır. Burjuvazi ve tüm ezen sınıflar araç yaratmakta ve araçları kullanmakta ustadırlar. Yarı ve yeni-sömürgelerde bu araçlar büyük mücadelelerle elde edilir ve kullanılırken, emperyalist ülkelerde bir lütuf gibi sunulmaktadır. Çünkü bu araçların kapitalizme vereceği zarar emperyalist ülkelerde farklıdır, yeni-sömürgelerde farklıdır. Emperyalist ülkede en devrimci sendika bile iğne batması etkisi gösterebilecek durumdayken yeni-sömürgede en devrimci olması bir yana demokratik nitelikte bir sendika dahi mızrak saplanması etkisi yaratır. Emperyalist ülkelerde proletaryanın legal mücadele araçlarının -sendika, demokratik kitle örgütü, yasal siyasal parti- devrimci özleri boşaltılmıştır. Çünkü bu rolün iktisadi temeli esaslı olarak darbelenmiş, törpülenmiştir . Bu
ülkelerde proletaryanın önemli bir bölümü yüksek ücret, geniş sosyal
olanaklar yoluyla satın alınarak kaymak tabaka haline getirilmiştir. Yeni
ve yarı-sömürgelerin yüksek, tatlı karlarından onlar da sus payı alır
hale getirilmiştir. Bu da sınıf tutumunu, sınıf dayanışmasını ortadan
kaldırmış, burjuva bireyciliğini körüklemiş ve iliklerine kadar empoze
etmiştir.1600 ve 1700'lü yılların devrimci kisveye bürünmüş
siyasi-ideolojik yapısı demode olmuştur. Şimdi tekel döneminde moda olan
uçsuz bucaksız, başsız sonsuz yozlaşmış değer yargılarıdır. Uçsuz bucaksız
tekel egemenliği uçsuz bucaksız bencil çıkarlar egemenliğinin son
aşaması olmuştur. 1600-1700'lerin moda olan akımı burjuva ideolojisi ve
burjuva demokrasisi yerini 1870'lerin 1900'lerin ve 2000'lerin "tekel
demokrasisine" bırakmıştır. Moda olan akım demode olan akım halini
almıştır. O nedenle emperyalist ülkelerdeki rejimler için (demodeyi
kısaltarak) demo-demokrasi demek uygun olabilir.
Demo-demokrasinin hüküm sürdüğü bu emperyalist rejimlerde, uzun bir hazırlık dönemi, uzun bir legal mücadele dönemi yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. 1850'lerden beri yaşanan bu mücadele dönemi -bu dönemin bir kısmı serbest rekabetçi kapitalizm dönemini de içine almaktadır- ortaya koyduğu mücadele biçimi, örgüt biçimi, çalışma tarzı anlayışı oralarda -1871 Paris Komünü deneyi- dışında bir tek devrime yol açmamıştır. Bu yol tamamen devrimci durumun ortaya çıkmasına endekslenmiştir. Bu yol tamamen kendi dışındaki süreçlerin ortaya çıkaracağı koşullara endekslenmiştir. Bu yol tamamen sübjektif durumu objektif duruma bağımlı kılmıştır. Bu yol tamamen determinist gelişmenin volontarist gelişmeyi kölesi kılmıştır. Bu yol insan çabasının, insan enerjisinin, insan iradesinin, insan zekasının önünü tıkayan, önemini sıfırlayan, coşkun bir şelale gibi akmasını önleyen, müthiş bir yanardağ gibi patlamasını engelleyen, ruhların ışıl ışıl aydınlanmasını perdeleyen, inanışın yıldırım gibi çakışını, müthiş bir gök gürültüsü gibi yeri göğü sarsmasını zincirleyen, hayvanların hayvanca muameleye tabi tutulmasını, hayvanın her gün her saat her dakika, her fırsatta, her pusuda, her zayıflığında yerin on kat, yüz kat, bin kat derinliğine gömülmesini geciktiren bir yol olmuştur. Ancak bu yol terkedilecek bir yol haline de gelmiştir.
Devam edelim.
Maoizmi, devletin sol bacağı rolünü ustalıkla oynayarak savunan uluslarası siyaset sahtekarı Perinçek'e gelince, 1960'ların sonlarından itibaren şartlar öyle gerektirdiği için Uzun Süreli Savaşı savunmuş, 1970'lerin ortalarından itibaren adım adım sözde savunduğu Uzun Süreli Savaş Stratejisi'nin adını bile anmaz olmuş, 1978 sonrasında ise bunu tamamen unutulması gereken birkonu olarak görmüş, günümüzde ise (günümüzde derken kastedilen 1993-1995 yılları arasıdır. Ve okuduğunuz yazı o tarihlerde yazılmıştır.) inceden inceye Genel Ayaklanma'dan söz etmeye başlamıştır. Onun sınıf karakteri sadece Uzun Süreli Savaş Stratejisi'ne karşı oluşta ifadesini bulmaz, o aynı zamanda devlete yönelen her türlü silahın amansız düşmanıdır. 1971 devrimci dönemine derin bir kin duymasının nedeni budur. Çünkü o dönem Türkiye devrim tarihinin silahlı mücadeleyi tarihe kazıdığı bir dönem; 1920-1970 arasının ezilmiş sessizliğini vınlayan mermilerle yırtan bir dönemdir. Onun Mahir Çayan düşmanlığının , Kaypakkaya'nın adını anmama tavrının nedeni onların silahı siyaset sahnesine pratikte sokması nedeniyledir.
Devam edelim.
Ortayolculuk, Uzun Süreli Savaş Stratejisi Üzerine eğilmiş midir? Hayır. Onların anlayışı Uzun Süreli Savaş değil Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'dir. Bunu ileride yayınlayacağımız Mahir Çayan'ın Görüşlerinin Eleştirisi başlıklı yazımızda ele aldık.
Son sınıflamada ise Uluslararası Komünist Harekete bu konuda katkıda bulunan Peru Komünist Partisi önderi Gonzalo gibi düşünenler yer almaktadır. Bu düşünceye göre Uzun Süreli Savaş Stratejisi emperyalist ülke, yarı-sömürge ülke ayrımına tabi tutulmadan, bütün dünya ülkelerinde geçerli olan uygulanabilir olan evrensel bir stratejidir. Gonzalo şöyle demektedir: "Halk Savaşı devrimin niteliğine göre evrensel uygulanabilirliğe sahiptir ve her ülkenin şartlarına uygulanabilir." (El Diario Gazetesi, Temmuz 1988. Başkan Gonzalo Konuşuyor, Belge Yayınları, Birinci Baskı 1993, s.29)
Mao Tse-toung'un yarı-sömürgelere Uzun Süreli Savaşı, kapitalist-emperyalist ülkelere ise Genel Ayaklanma yolunu uygun görmesi bu ülkelerin iktisadi, siyasi yapısından dolayıdır.Ancak iktidarı ele geçirme yolunun bu nedene (iktisadi-siyasi yapı) dayandırılması devrimin yolunun gerekçesinin esaslı bir açıklaması olabilir mi?
Gerek Birinci gerekse İkinci Dünya Savaşı dönemi devrimlerinin -Ekim Devrimi ve Doğu Avrupa Devrimleri- hangi temel koşul nedeniyle gerçekleştiğini açıklamıştık. Bu temel koşul emperyalist savaş koşuluydu. Ve bu emperyalist savaş koşulu, emperyalist savaşa katılan bütün ülkelerde de devrime yol açmıyordu. Dikkat edilirse emperyalist savaş hangi ülkenin iktisadi siyasi yapısını derinden sarsıyorsa devrim oralarda oluyordu. Emperyalist savaş, farklı güçteki emperyalistleri ve yarı-sömürgeleri farklı biçimde etkiliyordu. Birinci Dünya Savaşı koşulları Rusya'da devrimci durum yarattığı halde aynı savaşa katılan İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya'da devrimci durum yaratmıyordu.
Mao Tse-toung emperyalist savaş koşulunu temel kabul etmediğinden yanılgıya düşüyordu. Ancak "Savaş devrime yol açar" tezi 1970 sonrasının tezidir. Ve bizim Mao Tse-toung'tan öğrendiğimiz budur. Bu tez üzerine ciddi ve sağlıklı eğilme nedenidir emperyalist savaş koşuluna vurgu yapmamız ve bu tez nedeniyledir devrimin yolunun gerekçelerinin yeniden saptanması gerektiği konusundaki ısrarımız.
Demo-Demokrasi Dönemi
Öncelikle, kapitalist-emper
Emperyalist ülkelerde burjuva demokrasisinin varolduğu gerçeği yansıtmaz. Burjuva demokrasileri feodalizmin tasfiye edildiği veya tasfiye edilmekte olduğu, kapitalizmin henüz çürüyen, asalak bir karakter taşımadığı, tarih sahnesinde çocukluk ve gençlik dönemlerini yaşadığı bir zaman kesitinde söz konusudur. Bu zaman kesiti serbest rekabetçi kapitalizm dönemidir. Oysa emperyalizm, tekelci kapitalizm finans kapital, mali oligarşi çağında kapitalizm çürüyen, asalak ve can çekişen bir süreçtir. Bu esas olarak 1890'lardan itibaren böyledir. Bu emperyalist kapitalizm bu özelliklerini öyle belirgin olarak yaşamaya başlamıştır ki, kendi kurum ve kuruluşlarını bu özelliklerle haşır neşir ettiği gibi bu özellikler diğer sınıf ve tabakaları da derinden etkilemiştir. Bu kapitalizm parlamentoyu çürütmüştür. İnsanlararası ilişkileri insani özünden sıyırtarak çürütmüştür. İdeoloji olarak en faşist karakteri çağa sokarak burjuva ideolojisinin en çürümüş karakteristiğini sunmuştur. Kendi kahramanları olan Danton, Robespierre, Marat sahip çıkılmayan müzezade haline gelmiştir. Irkçılık en şaaşalı dönemini yaşamıştır. Irkın ırk olarak çürümesini sağlamıştır. Ulus, devlet, to
Asalaklığını tüm boyutlarıyla sürece sokmuş, merkez üssünde oturduğu yerden kurduğu geniş sömürü ağı sayesinde sermayesine sermaye, egemenlik katmıştır. Sendikaları işçi sınıfının mücadele aracı olmaktan çıkarmış işçi sınıfını sülük gibi emen asalak sendika ağalığını yaratmıştır. IMF gibi kuruluşlarıyla bire beş, beşe on kazanan tefeci asalak haline gelmiştir. Proletaryanın içinde kaymak tabaka olan işçi aristokrasisini yaratarak, işçi işçinin kanını emen asalak haline getirilmiştir. Ticareti de dev boyutlara ulaştırarak bir telefonla bir faks ile milyarlarla trilyonlarla oynayan bir ticaret burjuvazisi peydahlamıştır.
Can çekişen bir karakter kazanmıştır. Can çekişmektedir, çünkü gençlik ve olgunluk dönemini bitirmiştir. Artık yaşlanmaktadır, yaşayabilec
Onun çağımızdaki üç temel özelliğidir bunlar.
Lenin'in de belirttiği üzere tekel demokrasiye değil,siyasi gericiliğe tekabül eder. Tekelci kapitalizm burjuva demokrasisini çöplüğe atmıştır. Çünkü artık onun burjuva demokrasisine ihtiyacı yoktur. Feodalizme karşı iktidar olma hırsıyla yanıp tutuştuğu dönemde elbette bu onun için vazgeçilmez bir ihtiyaçtı. Hem kendi sınıfının gelişebilmesi, hem de geniş halk kitlelerini kendi safında feodallere karşı örgütleyebilmesi için buna ihtiyacı vardı. Oysa artık böyle bir sorunu olmadığından demokrasi onun için bir lükstür. Parlamentosunun varlığı ise ona gençlik döneminin bir mirası olduğu gibi onun demokratik görünmek için başvurduğu bir araçtır. Aslı zatında ülkeyi yöneten mevcut parlamento değil mevcut tekellerdir. Mevcut tekellerin emrindeki ordu komutanlıklarıdır, mevcut tekellerin emrindeki en gelişmiş istihbarat örgütleridir. Parlamento feodal yönetimin alternatifi olmaktan çıkmış, devrimci adaletin, devrimci demokrasinin bastırılması için bir alet bir araç haline gelmiştir. Proletaryanın sendika ve demokratik kitle örgütleri gibi haklarına gelince bunlar düzenin yaralarını sarmaya, gediklerini kapamaya yönelik yapılar olarak vardırlar. Bunlar demokrasinin araçları değil anti-demokratik otoriteyi demokratik gibi göstermeye yarayan araçlardır. Burjuvazi ve tüm ezen sınıflar araç yaratmakta ve araçları kullanmakta ustadırlar. Yarı ve yeni-sömürgelerde bu araçlar büyük mücadelelerle elde edilir ve kullanılırken, emperyalist ülkelerde bir lütuf gibi sunulmaktadır. Çünkü bu araçların kapitalizme vereceği zarar emperyalist ülkelerde farklıdır, yeni-sömürgelerde farklıdır. Emperyalist ülkede en devrimci sendika bile iğne batması etkisi gösterebilecek durumdayken yeni-sömürgede en devrimci olması bir yana demokratik nitelikte bir sendika dahi mızrak saplanması etkisi yaratır. Emperyalist ülkelerde proletaryanın legal mücadele araçlarının -sendika, demokratik kitle örgütü, yasal siyasal parti- devrimci özleri boşaltılmıştır. Çünkü bu rolün iktisadi temeli esaslı olarak darbelenmiş, törpülenmiştir
Demo-demokrasinin hüküm sürdüğü bu emperyalist rejimlerde, uzun bir hazırlık dönemi, uzun bir legal mücadele dönemi yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. 1850'lerden beri yaşanan bu mücadele dönemi -bu dönemin bir kısmı serbest rekabetçi kapitalizm dönemini de içine almaktadır- ortaya koyduğu mücadele biçimi, örgüt biçimi, çalışma tarzı anlayışı oralarda -1871 Paris Komünü deneyi- dışında bir tek devrime yol açmamıştır. Bu yol tamamen devrimci durumun ortaya çıkmasına endekslenmiştir. Bu yol tamamen kendi dışındaki süreçlerin ortaya çıkaracağı koşullara endekslenmiştir. Bu yol tamamen sübjektif durumu objektif duruma bağımlı kılmıştır. Bu yol tamamen determinist gelişmenin volontarist gelişmeyi kölesi kılmıştır. Bu yol insan çabasının, insan enerjisinin, insan iradesinin, insan zekasının önünü tıkayan, önemini sıfırlayan, coşkun bir şelale gibi akmasını önleyen, müthiş bir yanardağ gibi patlamasını engelleyen, ruhların ışıl ışıl aydınlanmasını perdeleyen, inanışın yıldırım gibi çakışını, müthiş bir gök gürültüsü gibi yeri göğü sarsmasını zincirleyen, hayvanların hayvanca muameleye tabi tutulmasını, hayvanın her gün her saat her dakika, her fırsatta, her pusuda, her zayıflığında yerin on kat, yüz kat, bin kat derinliğine gömülmesini geciktiren bir yol olmuştur. Ancak bu yol terkedilecek bir yol haline de gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder