VE
İDEOLOJİ
Üretim ilişkileri denildiğinde anlaşılması gereken nedir?
"Üretim ilişkilerinin üç yönü vardır: Üretim araçlarının mülkiyet biçimi; insanların üretimdeki rolleri ve karşılıklı ilişkileri, ürünlerin bölüşülmesi. Bunlar arasında, üretim araçlarının mülkiyeti tayin edici önemdedir."
Üretim araçlarının mülkiyet biçimi bugüne kadar ki tarihsel süreçte köleci, feodal, özel kapitalist, devlet kapitalizmi, kollektif mülkiyet ve bütün halkın mülkiyeti olmak üzere altı tür mülkiyet biçimi görülmüştür.
Köleci toplumun mülkiyet biçimi köle sahipliği; feodal toplumun geniş topraklar; kapitalizmin metaya dönüşmek üzere sermaye (tabii, para-mal-para ilişkileriyle); devlet kapitalizminin büyük işletmeler -KİT'ler- gibi; sosyalizmin kollektif üretim birimleri ,komünist toplumun ya da kollektivist sosyalist rejimin ise bütün halkın mülkiyeti. Tüm bu mülkiyet biçimleri aynı zamanda kendilerini devlet biçimleri olarak da sunmuşlardır. Köleci devlet, feodal devlet, kapitalist devlet, bürokratik kapitalist devlet, sosyalist devlet, bütün halkın devleti olarak.
Ancak -bir yanlış anlamaya yol açmamak için belirtilmeli- Rus modern revizyonistlerinin bir zamanlar kendi bürokratik kapitalist devletlerini bütün halkın devleti olarak yutturmaya çalıştıkları bilinmektedir. Bütün Halkın Devleti tarihte ilk kez Nisan 1975 - Aralık 1979 tarihleri arasındaki dönemde Demokratik Kampuchea/Kamboçya'da, Kızıl Kmerler / Khmer Rouges tarafından kurulmuştur.
Üretim ilişkileri olgusunun bir diğer yönü insanların üretimdeki rolleri ve karşılıklı ilişkileridir. İnsanlar üretim süreci içinde iki rolden birini üstlenirler; ya üretim araçları sahipliği ile devlet kapitalizminde yöneticilik, bürokrat rol ya da üretim araçlarını kullanma rolü. Böylece işgücünü belirli bir saat karşılığı kiralama. İşte karşılıklı ilişkiler üretim araçları karşısındaki konumdan doğmaktadır. Patron ile işçi; bürokratik devlet ile işçi; feodal ile köylü; köle sahibi ile köle arasındaki ilişki tablosu bunun sonucudur. Bu ilişkileri incelediğimiz zaman angarya, marabalık, insanın (kölenin) alınıp satılması, yarıcılık, ortaklık, saat karşılığı işgücü kiralama, sözleşmeli personel gibi olgularla karşılaşmaktayız.
Üretim ilişkilerinin üçüncü yönü ürünlerin bölüşümüdür. Ürünlerin bölüşümü köleci üretim ilişkileri sürecinde çıplak zora dayanır. Kölenin bölüşümde hiçbir hak talebi olamaz. Verilenle yetinmek zorundadır. Hak talebi olamaz diyoruz, çünkü bizzat köle meta durumundadır. Meta'nın hak talebi söz konusu olabilir mi? Feodal üretim ilişkilerinde bölüşümde egemen rol oynayan feodal bey ya da toprak ağasıdır. Marabalık, ortaklık, yarıcılık gibi ilişkilerde yapılan anlaşmadan aldığı pay köylünündür. Buradaki köylü, yoksul köylü - az topraklı, ya da topraksızdır. Bürokratik kapitalizmde işçi yaptığı anlaşma, sözleşme nedeniyle hukuki bir statüde payını alır.
"Üretim ilişkilerinin üç yönü vardır: Üretim araçlarının mülkiyet biçimi; insanların üretimdeki rolleri ve karşılıklı ilişkileri, ürünlerin bölüşülmesi. Bunlar arasında, üretim araçlarının mülkiyeti tayin edici önemdedir."
Üretim araçlarının mülkiyet biçimi bugüne kadar ki tarihsel süreçte köleci, feodal, özel kapitalist, devlet kapitalizmi, kollektif mülkiyet ve bütün halkın mülkiyeti olmak üzere altı tür mülkiyet biçimi görülmüştür.
Köleci toplumun mülkiyet biçimi köle sahipliği; feodal toplumun geniş topraklar; kapitalizmin metaya dönüşmek üzere sermaye (tabii, para-mal-para ilişkileriyle); devlet kapitalizminin büyük işletmeler -KİT'ler- gibi; sosyalizmin kollektif üretim birimleri ,komünist toplumun ya da kollektivist sosyalist rejimin ise bütün halkın mülkiyeti. Tüm bu mülkiyet biçimleri aynı zamanda kendilerini devlet biçimleri olarak da sunmuşlardır. Köleci devlet, feodal devlet, kapitalist devlet, bürokratik kapitalist devlet, sosyalist devlet, bütün halkın devleti olarak.
Ancak -bir yanlış anlamaya yol açmamak için belirtilmeli- Rus modern revizyonistlerinin bir zamanlar kendi bürokratik kapitalist devletlerini bütün halkın devleti olarak yutturmaya çalıştıkları bilinmektedir. Bütün Halkın Devleti tarihte ilk kez Nisan 1975 - Aralık 1979 tarihleri arasındaki dönemde Demokratik Kampuchea/Kamboçya'da, Kızıl Kmerler / Khmer Rouges tarafından kurulmuştur.
Üretim ilişkileri olgusunun bir diğer yönü insanların üretimdeki rolleri ve karşılıklı ilişkileridir. İnsanlar üretim süreci içinde iki rolden birini üstlenirler; ya üretim araçları sahipliği ile devlet kapitalizminde yöneticilik, bürokrat rol ya da üretim araçlarını kullanma rolü. Böylece işgücünü belirli bir saat karşılığı kiralama. İşte karşılıklı ilişkiler üretim araçları karşısındaki konumdan doğmaktadır. Patron ile işçi; bürokratik devlet ile işçi; feodal ile köylü; köle sahibi ile köle arasındaki ilişki tablosu bunun sonucudur. Bu ilişkileri incelediğimiz zaman angarya, marabalık, insanın (kölenin) alınıp satılması, yarıcılık, ortaklık, saat karşılığı işgücü kiralama, sözleşmeli personel gibi olgularla karşılaşmaktayız.
Üretim ilişkilerinin üçüncü yönü ürünlerin bölüşümüdür. Ürünlerin bölüşümü köleci üretim ilişkileri sürecinde çıplak zora dayanır. Kölenin bölüşümde hiçbir hak talebi olamaz. Verilenle yetinmek zorundadır. Hak talebi olamaz diyoruz, çünkü bizzat köle meta durumundadır. Meta'nın hak talebi söz konusu olabilir mi? Feodal üretim ilişkilerinde bölüşümde egemen rol oynayan feodal bey ya da toprak ağasıdır. Marabalık, ortaklık, yarıcılık gibi ilişkilerde yapılan anlaşmadan aldığı pay köylünündür. Buradaki köylü, yoksul köylü - az topraklı, ya da topraksızdır. Bürokratik kapitalizmde işçi yaptığı anlaşma, sözleşme nedeniyle hukuki bir statüde payını alır.
İşçi bölüşüm sürecinin adaletsiz, haksız
sonuçlandığı kanısına varırsa grev silahını kullanır. Bu onun ekonomik
mücadele silahıdır. Ve işçi sendikalaşarak ekonomik örgütüne kavuşur.
========================================= ========================== ===============
İ D E O L O J İ
İdeoloji, herhangi bir sınıfın, sosyo-ekonomik yapıdaki konumundan doğan ve kültür, hukuk, felsefe, sanat , edebiyat vb. görüşlerini o temelde yükselten bir soyut yapıdır. Kısacası, bir üst yapı kurumudur.
İdeolojinin ortaya çıkışı, sınıfların ortaya çıkışına rastlar. Ne ideolojisiz sınıf ne de sınıflar üstü bir ideoloji bulunamaz. İdeolojinin kapsamlı oluşu, sınıfların gelişmişliği ve egemenlik alanının genişliği ile orantılıdır. Ve her ideoloji belirli bir süreçteki üretim ilişkileri ile üretici güçler çelişmesine dayanan iki temel ve uzlaşmaz karşıt kutuptan (sınıftan) birine hizmet eder.
İdeolojiler sınıfların evrensel oluşlarından dolayı evrensel bir öze sahiptir. Ancak, sınıfın tarihsel gelişme çizgisi tarafından belirlenen bir biçimselliğe ve ömre de sahiptir. İdeolojinin doğuşu sınıfın doğuşundan sonraya aynı şekilde ölümü de sonraya rastlar. İdeolojinin ömrü, bir benzetme yapılacak olursa; denizin geç ısınıp geç soğuması gibi bir çizgi izler.
Her ideoloji, belirli bir ülkedeki belirli sınıfların etkisi altında kalması nedeniyle belirli sınıfların ideolojik etkilenmelerini taşır ama buna bakarak bir ideoloji mozaiği vardır denemez. Dolayısıyla ulusal bir ideoloji de olamaz. Üstelik ulus egemen sınıfları da içerir. İşte ulusalcılığın tehlikesi buradadır. Ulusalcılık proletaryanın yedek gücü olmayı reddederse burjuvazinin yedeğine girmiş demektir. Sadece bu bile ulusalcılığın başlı başına bir ideoloji olamayacağını gösterir.
Ancak, Marksistlerin sık sık sözünü ettikleri miras olayı, tarihte olumlu rol oynamıştır. Bu işçi sınıfına ait olmayan proletarya öncesi devrimci bir ideolojinin sahiplenilmesini ifade eder. Feodal ve köleci toplumlardaki ayaklanmalara önderlik eden ideolojik-siyasi hat proletarya tarafından sahiplenilir. Yine serbest rekabetçi (tekelci olmayan) kapitalist dönemin demokratik devrimi yeni demokratik devrim olarak bugün gündemde olmasına rağmen demokratik devrimin ideolojisine sahip çıkar.
Marks ve Engels komüncülere, Feuerbachlara, Saint-Simon lara; Lenin Radişçev'e, Puşkin'e, Çerniş evski'ye;
Mao Zedung, Sun Yat-sen'e; Pol Pot ise Sihanuk'a dönemlerini göz önünde
tutarak sahiplenmişlerdir. Bu sahiplenme sadece siyasi değil, ideolojik
temeli olan türdendir.
Proletaryanın önceleri kendisi için sınıf olmaması (sınıf bilinçli proletarya olmaması) mücadele sürecinde kendisi için sınıf haline gelmesi onun kendi ideolojisiyle donanması demektir.
Proletaryanın kendi ideolojisine sahip olamaması için egemenlerin her türlü araca başvurduğu görülmüştür. Burjuva-feodal
basın yayın organları devletin ideolojik aygıtları proletaryanın sınıf
bilincine ulaşması yolunda kullanılamaz; tam tersine egemen ideolojinin
hegemonyası için faaliyet gösterirler. Proletarya, anc ak mücadele alanında ve kendi örgütünün (Partisinin) rehberliğinde sınıf bilincine ulaşır.
Çoğu kez kültürlü olmak ile proleter ideolojiye sahip olmak birbiriyle karıştırılır. Birincisi, iki ncisinin
yerine geçirilir. Oysa ideolojik sağlamlık, sınıf mücadelesinin ateşi
içerisinde, örsle çekiç arasında biçimlendiği, kazanıldığı halde bu
gerçek tahrif edilir. Kim daha çok kitap, dergi vs. okuduysa o daha
bilinçli ve daha ideolojik sağlamlığa sahip sayılır. Bu sağcı bir
anlayışın ürünüdür. Diğer yanda ise teorinin önemini küçümseyip pratiği
baş tacı edenler bulunur. Bu da "sol" bir hatadır. Proletarya sosyalist
toplumda hatta kollektivist sosyalist rejimde dahi ideolojik donanıma
sahip ve teyakkuzda olmak zorundadır. İdeolojik mücadele oradada sürer.
Kollektivist sosyalist rejimde sınıflar ortadan kaldırılmıştır, zengin ve
yoksul bulunmamaktadır. Ancak ideolojik uyanıklık sürmektedir. Çünkü
sinsi bir şekilde mevzilenmiş kapitalist yolcular henüz mevcuttur. Kılıç
artığı ideolojiler hala can çekişmektedirler. İşçi-köyl ü-asker
içinde de eski alışkanlıklarını terkedememiş unsurlar bulunmakta ve
onların ikna edilmeleri, yeniden kalıba dökülmeleri, büyük uyum
dünyasına bütün benlikleriyle katılmaları süreci söz konusudur.
Egemen sınıflar proletaryaya göre siyasi olarak güçlüdürler, fakat ideolojik olarak kofturlar. Yozlaşma, çürüme ve ahlaki çöküş onların karakteristik özellikleridir. Dikkat edilirse, proletaryanın saflarını terk eden unsurlarda çok kısa bir sürede belirgin olarak aynı karakteristik özellikler ortaya çıkmaktadır.
İdeolojik açıdan baktığımızda, işkencehanele rde
gösterilen direnişler sadece inanmış ve kahraman oluşa, yiğitliğe
bağlanmamalıdır. O direnişin içini dolduran, onun ruhu olan
ideolojidir. İdeolojinin sağlam bir tarzda benimsenmiş oluşudur. Hallac-ı
Mansur'un, Şeyh Bedrettin'in direnişlerine böyle bir perspektifle
bakıldığında olgu anlam kazanır.
=========================================
İ D E O L O J İ
İdeoloji, herhangi bir sınıfın, sosyo-ekonomik yapıdaki konumundan doğan ve kültür, hukuk, felsefe, sanat
İdeolojinin ortaya çıkışı, sınıfların ortaya çıkışına rastlar. Ne ideolojisiz sınıf ne de sınıflar üstü bir ideoloji bulunamaz. İdeolojinin kapsamlı oluşu, sınıfların gelişmişliği ve egemenlik alanının genişliği ile orantılıdır. Ve her ideoloji belirli bir süreçteki üretim ilişkileri ile üretici güçler çelişmesine dayanan iki temel ve uzlaşmaz karşıt kutuptan (sınıftan) birine hizmet eder.
İdeolojiler sınıfların evrensel oluşlarından dolayı evrensel bir öze sahiptir. Ancak, sınıfın tarihsel gelişme çizgisi tarafından belirlenen bir biçimselliğe ve ömre de sahiptir. İdeolojinin doğuşu sınıfın doğuşundan sonraya aynı şekilde ölümü de sonraya rastlar. İdeolojinin ömrü, bir benzetme yapılacak olursa; denizin geç ısınıp geç soğuması gibi bir çizgi izler.
Her ideoloji, belirli bir ülkedeki belirli sınıfların etkisi altında kalması nedeniyle belirli sınıfların ideolojik etkilenmelerini taşır ama buna bakarak bir ideoloji mozaiği vardır denemez. Dolayısıyla ulusal bir ideoloji de olamaz. Üstelik ulus egemen sınıfları da içerir. İşte ulusalcılığın tehlikesi buradadır. Ulusalcılık proletaryanın yedek gücü olmayı reddederse burjuvazinin yedeğine girmiş demektir. Sadece bu bile ulusalcılığın başlı başına bir ideoloji olamayacağını gösterir.
Ancak, Marksistlerin sık sık sözünü ettikleri miras olayı, tarihte olumlu rol oynamıştır. Bu işçi sınıfına ait olmayan proletarya öncesi devrimci bir ideolojinin sahiplenilmesini ifade eder. Feodal ve köleci toplumlardaki ayaklanmalara önderlik eden ideolojik-siyasi hat proletarya tarafından sahiplenilir. Yine serbest rekabetçi (tekelci olmayan) kapitalist dönemin demokratik devrimi yeni demokratik devrim olarak bugün gündemde olmasına rağmen demokratik devrimin ideolojisine sahip çıkar.
Marks ve Engels komüncülere, Feuerbachlara, Saint-Simon
Proletaryanın önceleri kendisi için sınıf olmaması (sınıf bilinçli proletarya olmaması) mücadele sürecinde kendisi için sınıf haline gelmesi onun kendi ideolojisiyle donanması demektir.
Proletaryanın kendi ideolojisine sahip olamaması için egemenlerin her türlü araca başvurduğu görülmüştür. Burjuva-feodal
Çoğu kez kültürlü olmak ile proleter ideolojiye sahip olmak birbiriyle karıştırılır. Birincisi, iki
Egemen sınıflar proletaryaya göre siyasi olarak güçlüdürler, fakat ideolojik olarak kofturlar. Yozlaşma, çürüme ve ahlaki çöküş onların karakteristik özellikleridir. Dikkat edilirse, proletaryanın saflarını terk eden unsurlarda çok kısa bir sürede belirgin olarak aynı karakteristik özellikler ortaya çıkmaktadır.
İdeolojik açıdan baktığımızda, işkencehanele
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder